İletişim Başkanı Altun, İspanya’nın en büyük gazetelerinden El Mundo’ya 15 Temmuz’u anlattı
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, İspanya’nın en büyük gazetelerinden El Mundo’ya verdiği mülakatta 15 Temmuz darbe girişimi ve FETÖ’yü anlattı.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, İspanya’nın en büyük gazetelerinden El Mundo’ya verdiği mülakatta 15 Temmuz darbe girişimi ve FETÖ’yü anlattı.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, El Mundo’ya verdiği mülakatta Türk halkının 15 Temmuz’daki demokrasi zaferi, Türkiye’nin FETÖ ve diğer terör örgütleriyle mücadelesi, Avrupa’nın FETÖ tutumu ve Türkiye-AB ilişkileri üzerine değerlendirmelerde bulundu. Avrupa’da son yıllarda İslamofobi ve yabancı karşıtlığının bir fonksiyonu olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik bir saplantı geliştiğini kaydeden Altun, "Türkiye’yle ilgili her şey Recep Tayyip Erdoğan üzerinden yorumlanıyor. Pozisyonlar buna göre alınıyor. Üzülerek söylüyorum ki bu saplantının doğal bir sonucu Türkiye’yle ilgili her türlü dezenformasyonun alıcı bulmasıdır. Maalesef ortaya atılan iddialar hızla yayılıyor; iddianın yanlış olduğu ortaya çıkınca kimse geriye dönüp bu iddia nereden çıkmıştı, bu dezenformasyonun yayılmasına kimler yardımcı olmuştu diye sormuyor. 15 Temmuz’la ilgili ortaya atılan iddialarla ’11 Eylül’ü Amerikan derin devleti yaptı’ veya ’ETA’yı İspanyol devleti kurdurdu’ gibi saçma önermeler arasında hiçbir fark yoktur" dedi.
Darbe suçuyla ilgili yüzlerce dava görüldüğünü hatırlatan Altun, "İşlenen suçların kanıtları, tanıkların ifadeleri, fotoğraf ve video kayıtları ortadadır. Darbe başarısız olduktan sonra pişman olanların verdiği bilgiler de ortadadır. Komplo teorilerini bir kenara bırakırsak 15 Temmuz’un FETÖ elebaşı Fetullah Gülen ve suç ortakları tarafından planlandığı ve icra edildiği açıkça ortadadır. Yurt dışında bu gerçeği örtmeye çalışanlar olduğu sır değil. Biz bu çevrelere karşı hakikati savunmaya devam edeceğiz" açıklamasında bulundu.
"Avrupa Birliği, Türk halkının 15 Temmuz’a bakışını, FETÖ konusunda partilerüstü bir mutabakat olduğunu ve yaşanan travmayı yeterince takdir edemedi" diyen Altun, "O gece demokrasimizin sembolü olan TBMM bombalandı. Birçok insan darbeye karşı çıktığı için sokaklarda şehit edildi. Cumhurbaşkanımıza suikast girişiminde bulunuldu. Elbette demokrasi ve insan haklarını savunma iddiasındaki bir yapının aday ülke olan Türkiye’de yaşananlara tepki gösterememesi manidardır" diye konuştu.
AB’nin Türk demokrasine yönelik bu saldırıya tepkisizliğinin beş yıldır devam ettiğine dikkat çeken Altun şunları söyledi:
"Darbe girişimi başarısız olunca askeri helikopterle Yunanistan’a kaçan darbecilere sığınma verilmesi, yaşanan sürecin özeti mahiyetindedir. Aynı şekilde örgütün darbeyle doğrudan bağlantılı üst düzey yöneticilerinin Avrupa’da serbestçe faaliyet göstermeye devam etmesi endişe vericidir. Bu kişilerin adalete teslim edilmesi veya faaliyetlerinin durdurulması için hiçbir adım atılmaması, Türk halkının gözünde AB’nin darbecilere sempati duyduğu veya darbecilerle işbirliği yaptığı algısını güçlendiriyor. Kuşkusuz ki bu durum, AB’nin demokrasi ve insan hakları iddiasına gölge düşürüyor. Avrupa’nın, 15 Temmuz’da yaşananların ciddiyetini artık kavramasını, Türk demokrasisine yönelik bu saldırının failleriyle arasına mesafe koymasını bekliyoruz."
Örgütün kökeninin Soğuk Savaş yıllarına dayandığını ifade eden Altun, örgütün öncelikle ordu, emniyet ve yargı gibi stratejik kurumlara sızdığını, sonra kademeli olarak tüm kamu kurumlarına yayıldıklarını anlattı. Altun, "Kamu hizmetine soktukları üyelerinin maaşlarından ‘kesinti’ yaparak, şirketler kurarak faaliyetlerini finanse ettiler. Eğitim kurumları açarak, burada çocukları radikalleştirip devşirdiler. Tüm bu faaliyetlere devam ederken kamuoyuna kendilerini eğitim gönüllüsü, ılımlı bir dini grup olarak pazarladılar" dedi.
Bu sürecin iki boyutu olduğunu söyleyen Altun, "Öncelikle FETÖ mensubu olduğu bilinen kişiler vardı. Bunların bir kısmı örgütle bağlantılı muhtelif şirketlerde veya derneklerde görev alıyordu. İkinci grup ise gerçek kimliğini gizleyen, kendini maskelemek için gerekirse ‘seküler’ bir hayat süren insanlardan oluşuyordu. Örneğin 15 Temmuz’da darbenin merkezi diyebileceğimiz Akıncı Üssü’nde bir grup sivilin olduğunu biliyoruz. Bu kişilerin Silahlı Kuvvetler’le hiçbir resmi bağı yoktu. Ancak darbe girişimini sevk ve idare ettiler" ifadelerini kullandı.
15 Temmuz darbe girişiminin artık deşifre olduğunu anlayan FETÖ mensuplarının son hamlesi olarak görülmesi gerektiğini aktaran Altun, örgüt üyelerinin deşifre edilmesinin ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararlılığı sayesinde mümkün olduğunu vurguladı. Darbenin mimarı olan FETÖ elebaşı Gülen’in 1990’lı yılların sonundan beri ABD’de lüks bir çiftlikte yaşadığını hatırlatan Altun, bu çiftlikte örgütün üst düzey yöneticilerinin kaldığını, dünyanın her yerindeki faaliyetlerini buradan sevk ve idare ettiklerini ifade etti. Aslında Türkiye ve ABD arasında suçluların iadesi konusunda bir anlaşmanın olduğunu söyleyen Altun, "Hatta bu anlaşmaya göre bir kişinin suçlanması bile gözaltında tutulmasını gerektiriyor. Biz 15 Temmuz’dan sonra gerekli bilgi ve belgeleri ABD makamlarıyla paylaştık. Üst düzey ABD’li yetkililerin, Gülen’in darbe girişiminde oynadığı rolü teyit eden açıklamaları oldu. Ayrıca FETÖ mensupları, muhtelif ABD kanunlarını çiğnedi. Buna rağmen teknik sebepler öne sürülerek Gülen’in iadesi bugüne kadar engellendi" dedi.
"Beklentimiz ABD’nin ikili anlaşmalara riayet ederek, terör örgütü elebaşı Gülen’i Türkiye’ye göndermesidir"
Türkiye’de darbeye kalkışan, masum insanları katleden birinin adalete teslim edilmemesinin Türk halkının zihninde “ABD, darbe girişimini önceden biliyordu” veya “ABD darbecileri destekledi” gibi algıları kuvvetlendirdiğini belirten Altun, şöyle devam etti:
"Bizim beklentimiz, ABD’nin ikili anlaşmalara riayet ederek, terör örgütü elebaşı Gülen’i Türkiye’ye göndermesidir."
Altun, "Türk hükümeti, darbe girişimi sonrasında devlete sızdığı bilinen FETÖ mensuplarının ihracı için kapsamlı bir kampanya başlattı. Ancak FETÖ ile herhangi bir bağlantısı olmayan birçok sıradan vatandaşın da ’şüpheli’ suçlamalar ve çoğu kez herhangi bir yargı süreci olmadan ihraç edildiği öne sürüldü. Türkiye’nin bu insanları görevine iade etmek için bir planı var mı?" sorusuna ise şu yanıtı verdi:
"Söylediğiniz tam olarak doğru değil. Darbe girişiminden sonra Meclis’in verdiği yetkiyle FETÖ mensuplarının kamudan ihraç süreci başladı. Bu kapsamda örgüt aracılığıyla kamu kurumlarına örgüt namına sızan insanlar ihraç olundu. Öte yandan Türkiye’nin yalnızca FETÖ terör örgütüyle mücadele etmediğini hatırlamalısınız. Örneğin AB ve ABD’nin terör örgütleri listesinde olan PKK, 1980’li yıllardan beri Türk vatandaşlarını hedef alıyor. Bebekler dahil olmak üzere sivillerin kurşuna dizilmesi ve intihar saldırıları gibi suçlara karıştılar. Dolayısıyla Meclis’in verdiği yetki çerçevesinde PKK ve daha küçük terör örgütleriyle iltisaklı bazı şahıslar da kamudan ihraç edildi. Haksızlığa uğradığını düşünenler konusunda gerekli adımları zaten attık. İtirazların incelenmesi için üst düzey yetkililerden oluşan bir komisyon kuruldu. Başvurular tek tek incelendi. Başvuru sahiplerinin bir bölümü görevlerine iade edildi. Bu süreçte alınan kararların tamamına somut deliller ışığında ulaşıldı."
Türkiye’nin Avrupa için vazgeçilmez bir ortak olduğunu kaydeden Altun, "Öncelikle Türk halkının gerçekten zorlu bir coğrafyada yaşadığını zaman zaman unutuyorlar. Son 20 yılda komşularımız Irak ve Suriye’de yaşanan istikrarsızlık, Türkiye açısından ekonomik sorunlar ve güvenlik tehditleri oluşturdu. Maalesef terör saldırılarında çok sayıda masum vatandaşımızı kaybettik. Yaklaşık 4 milyon sığınmacıya kapılarımızı açarak, dünyanın en büyük güvenli limanı hâline geldik. Tüm bu gelişmeler yaşanırken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde vesayet odaklarıyla mücadele ettik. Türkiye’de darbeler çağının kapandığını ortaya koyarak, iktidarın ancak millet tarafından alınacağını ve verileceğini herkesin kabul etmesini sağladık. Türkiye’yi bölgesel gerçekliklerden ve geçmişten soyutlayarak, hayali bir düzlemde eleştirmek konforlu olabilir. Ancak bu tür pratiklerin kimseye faydası olamaz. Aslında Avrupalı müttefiklerimiz, Türkiye’nin ne kadar önemli bir aktör olduğunu davranışlarıyla ortaya koyuyor. Suriye’de DEAŞ terör örgütüyle mücadele etmek için muharip güç gönderen ilk ülke olduk. Savaş bölgesinde kurduğumuz güvenli bölgelerde eğitim ve sağlık gibi hizmetleri sağlayarak yüzbinlerce mültecinin topraklarına dönmesini sağladık. Dünyanın birçok bölgesinde varlık gösteriyor; dost ve müttefiklerimizin savunmasına katkı sunuyoruz. Bu açıdan Türkiye, Avrupa için vazgeçilmez bir ortaktır" dedi.
Türkiye’nin AB üyelik sürecini de değerlendiren Altun, "Avrupa Birliği’nin Türkiye konusunda kendisine anlattığı hikâyenin gerçeklerle tam olarak örtüştüğü kanaatinde değilim. Öncelikle Avrupa’da terör saldırıları yaşandığı dönemde alınan son derece haklı önlemleri hatırlamak gerekiyor. Bu dönemde Avrupa’da yaşanan saldırıları azımsamadan, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tehditleri görmek gerekir. Biz aynı dönemde yalnızca DEAŞ’la değil, aynı zamanda PKK saldırılarıyla karşı karşıya kaldık. Aslında Avrupa’da Türkleri en iyi anlayan ülkenin İspanya olduğunu düşünüyorum. İspanya, etno-separatist terörle uzun ve acı bir tecrübesi olan bir ülkedir. Aynı şekilde bugün düzensiz göç konusunda bizi iyi anladığını düşündüğüm bir ülkedir. Türkiye’nin terörle mücadele konusunda attığı adımları eleştirirken samimi olmalarını bekliyoruz. Türkiye-AB ilişkilerinin arzu edilen noktaya taşınmasının şartı da samimiyettir" diye konuştu.
Afganistan kaynaklı düzensiz göçün uzun yıllardır devam ettiğini dile getiren Altun, "Son gelişmeler nedeniyle ‘itici’ faktörlerde bir miktar artış olduğunu anlıyoruz. Öte yandan 2016 mülteci anlaşması açısından bir endişe taşımıyoruz. Zira bu anlaşmanın zaten AB tarafından ihlal edildiğini defalarca ortaya koyduk. Türkiye üzerinde düşen sorumlulukları yerine getirdi ancak Brüksel sözlerini tutmadı. Vize serbestisi, mülteciler için maddi destek gibi sözler tutulmadı. Ayrıca Avrupa’ya gitmek isteyen sığınmacılar için düzenli göç kanalları oluşturulmadı. Son olarak Avrupa’ya gitmeye çalışan mülteciler ‘pushback’ olaylarına maruz bırakıldı, hakları sistematik olarak çiğnendi. Ortada endişe verici bir şey varsa o da Avrupa’nın bu tür meselelerde bir strateji ve vizyon ortaya koyamaması, palyatif çözümlerle yetinmesidir" dedi.
"İspanya’yı her alanda çok iyi bir müttefik olarak görüyoruz" diyen Altun, "İspanyollar, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu bazı zorlukları diğer Avrupa ülkelerinden daha iyi takdir ediyor. Aynı zamanda NATO çerçevesinde çok yakın işbirliğimiz devam ediyor. Yunanistan’la ikili temaslarımız sürüyor. Bizim beklentimiz, anlaşmazlıkların uluslararası hukukun gerektirdiği şekilde çözülmesidir. Buna istinaden Akdeniz’in bir barış havzası olmasını diliyoruz. Ancak kalıcı barışı maksimalist taleplerle elde edemeyiz. Avrupa tarihine baktığımızda enerji kaynaklarının hem savaşlara hem de kalıcı barışa hizmet edebildiğini görürüz. Neticede hem dünya savaşları hem de Avrupa Birliği enerji temelinde ortaya çıkmıştır. Bu itibarla bölgemizin zenginliklerinin ortak refahımıza hizmet etmesini temenni ediyoruz. Burada elbette İspanya başta olmak üzere müttefiklerimizin teşvikini önemsiyoruz. Yeni dönemde bu desteğin aynen devam edeceğine eminim" ifadelerini kullandı.